Eşsiz güzelliğe sahip masum bir genç olan Dorian Gray'in trajik hikayesini konu alıyor bu eser. Hayatta yaptığımız her eylemin bir bedeli olduğunu vurguluyor ve Dorian Gray de bunu ağır bir şekilde öderken dahil oluyoruz onun hayretengiz öyküsüne.
Önce hikayeyi özetleyecek olursak;
Yetenekli bir ressam olan Basil Hallward bir gün Dorian'ın portresini çizer. O kadar güzel olmuştur ki onu sergiye bile yollamaktan imtina eder. Arkadaşı Lord Henry'nin zehirli fikirlerinin tesiri altında kalan ve güzelliğinin tam anlamıyla fakına varan Dorian, portreyi ressamdan ister. Bir gün resmine hayran hayran bakarken, kendisinin bir gün yaşlanacağı gerçeğinin yanında bu resmin ebediyen genç ve güzel kalacağından yakınır ve ağzından şu sözler dökülür : "Keşke ben hep genç kalsaydım da bu portre yaşlansaydı! Bunun için varımı yoğumu verirdim!" Bu noktadan sonra artık her şey bu genç delikanlı için farklı olacaktır.
On yedi yaşlarında güzel ve nazenin bir tiyatro oyuncusu olan Sibyl Vayne'e aşık olur ve nişanlanırlar. Dorian, bir akşam arkadaşlarını Sibyl'in oyununu izlemek üzere tiyatroya davet eder lakin genç kızın o gün pek iyi bir oyunculuk sergileyememesi üzerine rezil rüsva olduğunu düşünen Dorian, oyun sonunda kulise gelip kızın kalbini acımasız sözlerle kırarak ondan ayrılmak istediğini söyler. Bunu duyunca ruhu ateşler içinde yanarcasına kederlenen Sibyl, o gece arsenik içerek intihar eder.
Bu olaydan sonra evindeki portrede değişiklikler sezinler Dorian. Yüzündeki masum ifade gitmiş, kötücül alaycı bir ifadeye bırakmıştır yerini artık. İlk yaptığı şey bu utanç vesilesini kimsenin görmemesi için evinin üst katındaki bir odaya koyup kapıyı kilitlemek olmuştur lakin bunun hiç bir şeye faydası olmayacaktır. Çünkü işlediği her kötülük portrede bir çirkinlik olarak aynen görünmeye başlar. Bir süre sonra zevk düşkünlüğünden dolayı Londra'da kötü bir üne kavuşacaktır, buna rağmen kendisine bu tarz işleri yakıştırmayan ressam Basil Hallward, Dorian'ı görmek ister. Dorian'ın kendisine portreyi gösterip işlediği günahların ruhunu nasıl kirlettiğinin bu resimde tezahür ettiğini söyleyip Basil'i suçlamaya başlar çünkü güzelliğinin farkına varmasının müsebbibi odur. Oldukça şaşıran Basil, genci sakinleştirmek ister fakat bir anlık öfke ile hiddetlenen Dorian, eline aldığı bıçakla ressamını öldürür. Tam bu anda portredeki elden de kan damlar.
Bu noktadan sonra uzaklaşmak için ne yaparsa yapsın kendinden kaçamaz Dorian. Arkasından hep birilerini ölüme sürükler. İşlediği günahların vicdan yükünü kaldıramaz ve en sonunda bütün bunların sorumlusu olarak gördüğü portreyi yok ederse kurtulacağını tahayyül ederek Basil'i öldürdüğü bıçakla portreyi parçalamaya teşebbüs eder. Tam bu sırada bir ölüm çığlığı duyulur. Evdeki uşaklar ve hizmetliler odaya girerler, duvarda Dorian Gray'in güzel portresi vardır, yerde ise yaşlı, korkunç ve çirkin bir figür yatmaktadır, yüzüklerine bakana kadar kim olduğunu anlayamazlar.
Bu trajik hikayenin altında üzerine düşünülmesi gereken nükteler olduğu kanaatindeyim. Öncelikle hikayedeki karakterlerin simgeledikleri ögeler hakkında konuşacak olursak, Oscar Wilde'ın kendi düşüncelerini belirtmeliyiz. Basil Hallward'ın kendisi, Lord Henry'nin ise diğer insanların onu nasıl gördüğü, Dorian Gray'in ise olmak istediği kişi olduğunu belirtmiş bir mektubunda. Bu noktada Oscar Wilde'ın da bir eşcinsel olduğunu ve o dönemin katı ahlak anlayışı içerisinde bu durumun şiddetle yanlış karşılandığı bir toplum içerisinde Wilde, demek ki kendini sessiz sakin birisi olan Basil gibi görmesine rağmen toplumun onu Lord Henry gibi uçuk fikirleri olan sapkın bir insan gibi nitelediğini düşünmüş diye yorumlayabiliriz. Hatta belki Dorian gibi özgür bile olmak istemiş lakin "... belki başka bir çağda." diyerek dönemin zihniyeti içinde kendine yer bulamayacağını belirtmiş aslında.
"Oscar Wilde’ın tek romanı Dorian Gray’in Portresi 1891’de yayımlandığında, Victoria döneminin ikiyüzlü ahlak anlayışının kurbanı olarak eleştirmenlerin ağır eleştirilerine uğradı. Wilde ise ısrarla, sanatın özünde ahlakdışının olduğunu vurguladı ve herkesin Dorian Gray’de kendi günahını göreceğini tekrarladı." (Can Yayınları)
Romana dönecek olursak; ilk bakışta, kibrin kurbanı olup etrafına zarar vermekten çekinmeyen insanın, ne olursa olsun bedelini ödeyeceği anafikrini anlarız. Her eylemimizin bir bedeli olacaktır, şimdi veya sonra, o bedel bir gün gelip bizi bulacaktır. Dorian Gray'in Portresi'nde ise bu durum alegorik bir ifade ile çok güzel anlatılmış. Her davranışının ruhunda açtığı yaraların ve kirlerin somut bir şekilde portrede tezahür etmesi ve ruhunun bu yükü daha fazla kaldıramaması ile günah keçisi olarak gördüğü portreden, yani kirlerinden kurtulmak isteyerek bir cinayet daha işler Dorian, aslında kendi sonunu getirmiştir. Fakat ölümünden sonra bile her bir fiiliyatının sonucu bedeninde zuhur eder ki, bence bu da o sonuçlardan asla kaçamayacağımızı simgeler.
0 yorum:
Yorum Gönder