Yıl 1796; bir tarafta Matthew Lewis'in henüz 19 yaşındayken yazdığı The Monk'u, diğer tarafta Ann Radcliffe'in ustalık eseri The Italian'ı. Bu romandan söz edebilmek için, bunlardan birinin diğerinin müsebbibi olması hasebiyle, yolumuz The Monk'tan geçmek durumunda. Bu girift meseleyi ele almaya ise; zamanda "biraz" geriye, on sekizinci yüzyıl sonlarına giderek The Monk'un yazıldığı dönemde nasıl ses getirdiğini ve nasıl sansasyonel bir tesiri olduğunu görmekle başlayacağız.
Yazıldığı zamanın şartları, ahvali ve ahlak anlayışı çerçevesi içinde değerlendirildiğinde The Monk, o döneme göre ağır tasvirler içeren vahşet sahneleriyle olsun, erotik sahneleriyle olsun, ve dahi dini değerlere şiddetli bir derecede terbiyesizlik içinde olan bir manastır keşişinin Hz. Meryem portresine duyduğu süfli duygularının tasavvuruyla ve daha ziyadesiyle olsun, oldukça sert bir roman olarak görülebilir ve görülmüştür. Bundan mütevellit çok ses getirmiş ve çokça eleştirilmiştir de. Bu eleştiriler yanında en zarif tepki ise Radcliffe'den gelmiştir.
Monk'u okuduğu zaman dehşete düşen Radcliffe, bir korku romanı yazmak ve okuru heyecanlandırmak için illaki dehşetin sansürsüz tasavvuruna hacet olmadığına kani olarak The Italian'ı yazar. Gerçekten de insanın okurken istikrahla yüzünü buruşturmayıp bilakis saf bir merak ve bir gerilim duygusuyla hızla sayfaları çevirdiği bir romandır The Italian. Ve gerçekten de Radcliffe önemli bir cay-i dikkate nazarı celb eder: korku "terror" ile mi yoksa "horror" ile mi sağlanmalı? Bu noktadan hareketle "kadın gotik" ve "erkek gotik" kavramlarına da ileride değinmemiz gerekecek.
İşte, The Italian'ın doğum sancısı sayılabilecek The Monk ile aralarındaki bağ bundan ibarettir. Yorumlamaya geçmeden önce romanın özetini şuraya bırakalım:
"1758 yılında Napoli'deki San Lorenzo kilisesinde Vincentio di Vivaldi, teyzesi Signora Bianchi ile güzel Ellena di Rosalba'yı görür. Vivaldi onun güzelliğinden etkilenir ve evlenmeleri umuduyla ona kur yapmaya niyetlenir. Vivaldi'nin gururlu annesi Marchesa, Vivaldi'nin yoksul bir yetime olan aşkını duyduğunda, hırslı ve kurnaz itirafçısı Peder Schedoni'ye evliliği engellemesi için yalvarır ve tarikatında terfi almasına yardım edeceğine dair bir söz verir. Vivaldi, Villa Altieri'de Signora Bianchi'yi ziyaret etmeye devam ederken, bir hayalet gibi görünen ve onu villadan ve Ellena'dan uzak durması konusunda tehdit eden bir keşiş ona yaklaşır. Her karşılaşmadan sonra Vivaldi, arkadaşı Bonarmo ve sadık hizmetkarı Paulo'nun yardımıyla garip keşişi yakalamaya çalışır ama başaramaz. Vivaldi, keşişin Peder Schedoni olduğundan şüphelenir ve Ellena'ya kur yapmasının neden engellendiğini öğrenmeye kararlıdır. Ellena'nın eli kendisine vaat edildikten ve Signora Bianchi tarafından ani ve gizemli ölümünden önce velisi olarak atandıktan sonra Vivaldi, Ellena'nın villadan kaçırıldığını öğrenir ve hemen bunun Marchesa ve Schedoni'nin elinden olduğunu anlar. Vivaldi ve Paulo, onu kaçıranların peşinde gizlice Napoli'den ayrılırken, sonunda Ellena'nın zalim bir Rahibe'nin insafına kalmış, uzak bir San Stefano manastırında tutulduğunu bulur ve Vivaldi onu kurtarmak için bir hacı kılığında manastıra sızar. Ellena, manastırdan kaçmasına yardım eden güzel ama melankolik bir rahibe olan Rahibe Olivia ile arkadaş olur.
Kaçıştan sonra Napoli'ye doğru giderken Vivaldi, Ellena'ya hemen evlenmesi için baskı yapar ve sonunda o da kabul eder. Ancak bir kilisede rahibin önünde yeminlerini etmeden hemen önce, Schedoni tarafından bilgilendirilen ve Engizisyon için çalıştıklarını iddia eden ajanlar, Vivaldi'yi manastırdan bir rahibeyi kaçırmak gibi asılsız bir suçlamayla durdurur ve tutuklar. Vivaldi ve Paulo, sorgulanmak ve yargılanmak üzere Roma'daki Engizisyon hapishanelerine götürülür. Ancak Ellena, Schedoni'nin emriyle, Schedoni'nin önceki suçlarında suç ortağı olan kötü adam Spalatro'nun yaşadığı, kıyıdaki münzevi bir eve öldürülmek üzere gönderilir. Schedoni, Ellena'yı şahsen öldürmek için eve gelir, ancak üzerindeki bir portreden onun kızı olduğuna ikna olur. Schedoni fikrini değiştirir ve Ellena'yı Marchesa'dan saklamak için şahsen Napoli'ye geri götürmeye karar verir. Yolculukları sırasında, Schedoni'den para koparma planlarıyla onları takip eden Spalatro ile bir kez daha karşılaşırlar, ancak Spalatro bir arbedede vurulur ve geride bırakılır (ve kısa bir süre sonra ateşten ölür). Schedoni ve Ellena Napoli'ye varırlar ve Schedoni, Vivaldi serbest bırakılana kadar Ellena'yı Santa Maria del Pianto manastırına yerleştirir. Schedoni, Marchesa'ya döner ve Marchesa'nın oğluyla kızının evliliğini onayladığını gizli tutar, ancak Marchesa'yı geçici olarak Ellena'nın asil bir soydan geldiği ve bu nedenle bir evliliğin en azından uygun, hatta kazançlı olacağı bilgisiyle oyalar.
Bu arada, Engizisyon hapishanesinde, daha önce Vivaldi'yi atlatan ve şimdi Nicola di Zampari olduğu bilinen gizemli keşiş belirir ve ona Peder Schedoni'nin keşiş olmadan önceki suçlu suçlarını anlatır ve Schedoni'yi ve daha önce itiraf kabininde yaptıklarını açıkladığı Peder Ansaldo'yu suçların sanığı ve tanığı olarak duruşmaya resmen çağırmaya ikna eder. Her ikisi de mahkemeye çıkarılır ve Schedoni, eski hayatında ahlaksız Kont di Bruno veya Kont di Marinella olarak kardeşini öldürmekten, kıskançlık öfkesiyle evlenip daha sonra kardeşinin karısını bıçaklamaktan suçlu bulunur. Schedoni ölüm cezasına çarptırılır ve hapse atılmadan önce Vivaldi'ye Ellena ile olan ilişkisini ve nerede olduğunu söyler. Vivaldi de kendisine yöneltilen suçlamaların düşürüleceği bilgisiyle hücresine geri götürülür.
Bu arada, Paulo (Vivaldi'nin hizmetkarı) hapishaneden kaçar ve Vivaldi'nin durumunu Markiz'e bildirir, Markiz de oğlunun serbest bırakılmasını sağlamak için Roma'ya acele eder. Schedoni, ölüm döşeğinde, mahkeme huzurunda, hem kendisini hem de ihanet eden Nicola'yı yeleğinde sakladığı zehirle ölümcül şekilde zehirlediğini açıklar.
Manastıra geri döndüğünde, Ellena çok tanıdık bir ses duyar ve çok sevdiği Rahibe Olivia'yı manastır avlusunda görür. İkisi son ayrıldıklarından beri yaşadıkları deneyimleri birbirlerine anlatırken, Ellena'nın hizmetçisi Beatrice, Marchesa'nın uzun süredir uykuda olan ama doğal bir hastalıktan dolayı aniden öldüğünü bildirir (İtiraf ettikten sonra, Marchesa kocasından Ellena ve Vivaldi'nin evliliğini onaylaması için bir söz almıştır). Beatrice ve Olivia birbirlerini tanırlar ve Ellena'yı Olivia'nın kızı olduğu haberiyle sevindirirler; Olivia'nın Schedoni'nin kıskançlıktan bıçaklayıp ölüme terk ettiği Kontes di Bruno olduğu ortaya çıkar. Bu, Ellena'nın aslında Schedoni'nin kızı değil, yeğeni olduğunu fark etmesine yol açar. Aynı soydan geldikleri için, Ellena hala asil bir aileden gelmektedir ve bu da Vivaldi ile onurlu bir şekilde evlenmesine olanak tanıyacaktır. Ellena'nın aristokrat bir aileden geldiği ortaya çıkınca, Vivaldi ile evlenmeye layık olacak kraliyet kanına sahip olduğu anlaşılır.
Romanın sonu mutlu bir sondur; Vivaldi ve Paulo hapisten çıkar, Ellena annesiyle yeniden bir araya gelir ve Vivaldi ile Ellena evlenir ve tüm kötüler ölmüştür. Marchesa, oğlunun hapisten çıktığını öğrenmeden kısa bir süre önce ölür. " -Kaynak
Edebiyatta kadın gotik ve erkek gotik nedir, en kaba haliyle cevap verecek
olursak, "female gothic literature" kavramı kadın bir yazarın kaleminden çıkan gotik roman, "male gothic literature" ise aynı şekilde erkek yazara ait gotik roman manasını ihtiva eder. Bu noktada horror (korku) ve terror (dehşet) kavramları da tabii olarak bu ikisine bağlanmıştır. Erkek yazarların romanları daha çok "horror" ile ilişkiliyken kadın yazarların eserleri "terror" ile ilişkilidir. Yani gotik edebiyatta korku eril bir kavramken dehşet feminendir. Bu girizgahtan sonra izaha başlayalım.
Horror (Korku):
Genelde erkek yazarlar tarafından başvurulur, erildir. Doğaüstü durumlar mevcuttur. Okuyucuya verilmek istenen duygu, vahşet sahnelerini açıkça tasavvur etmek suretiyle onu şok ederek sağlanır. The Monk'u hatırlayın: dağın tepesinden şeytan tarafından fırlatılan adamın parçalanarak yere düşmesi, bedenindeki açık yaralara böceklerin üşüşmesi, öfkeli kalabalığın bağnaz ve merhametsiz bir rahibeyi linç edip taşla başını parçalaması, bir manastır keşişinin kendi kardeşine tecavüz girişiminde bulunması gibi -bilhassa 18. yüzyıl insanı için- oldukça çarpıcı ve şok edici sahneler mevcut. Bunu bazı korku filmlerindeki "gore" sahnelere benzetebiliriz. Bu tarz tasvirlere Ann Radcliffe'in hiçbir eserinde rastlayamazsınız.
Terror (Dehşet):
Genelde kadın yazarlar kullanır, feminendir. Doğaüstü durumlar bulunmaz, bazı olaylar başta öyleymiş gibi görünse de en sonunda her şeyin mantıklı bir açıklaması olduğu ortaya çıkar. Okuyucuya verilmek istenen duygu, olayları zihinde canlandırmakla değil, daha ziyade olayların seyrindeki belirsizlik ile sağlanan bir psikolojik gerilimle sağlanır. The Mysteries of Udolpho'u hatırlayın: sadece o siyah perdenin altındaki dehşet verici tabloda ne olduğunu öğrenmek için sayfalarca merakla ve heyecanla okuyorsunuz lakin o tablo bile fazla detaylı bir şekilde tasvir edilmiyor. Bunu ise gore ile korkutmaya çalışan filmlerden ziyade gerilim filmlerine benzetebiliriz.
Sözün özü, Radcliffe tabiri caizse "okuyanı korkutmak öyle kolaya kaçmakla olmaz psikolojik korkutacaksın" diyerek The Italian ile cevap vermiş.
"Korku türünün evriminde en önemli evre, doğal olmayan güçlerin varlığı ve bunların grafiksel olarak gösterildiği doğaüstü gotikti. Bu türle ilgili olarak J. M. S. Tompkins şunları söyler: 'yazarlar ani şoklara başvurur ve iş doğaüstüne geldiği zaman en sevdikleri etkiyse, şüphe eden zihni aniden, korkudan dehşete düşürmektir.' Matthew Lewis'in The Monk'unda şeytanın ortaya çıkması ve rahibin ürkütücü bir şekilde kazığa oturtulması korku türünün gerçek habercisidir."
- Noell Caroll, Korkunun Felsefesi veya Kalbin Paradoksları, Hece Yayınları
"Romanları, ahlaksal ve sosyal dengenin biçimsel, önemli ve bir hanımefendiye özgü tarzda yeniden sağlanmasıyla sonlanıyordu; romanlarının ortak niteliği yumuşak geçişler ve mutlu çözümlerdi."
- Richard Davenport-Hines, Gotik Aşırılık, Dehşet, Kötülük ve Yıkımın Dört Yüz Yılı, Dost Kitabevi Yayınları
Feminist Okuma
The Italian aynı zamanda feminist bir alt metin de içermektedir. The Monk ile kıyas ederek gidecek olursak, Lewis'in romanında keşiş Ambrosio başta çok mütedeyyin bir insan olmasına karşın şeytan ve büyücü kadın Matilda onu yoldan "çıkarmıştır". Yani adım adım sapkınlığın dozunu artıran bu adamı kötü yola sürükleyen dışsal sebepler vardır bunların başında karşı cins olan Matilda gelir. The Italian'daki rahip Schedoni ise kadınlar tarafından yoldan "çıkarılan" biri değildir. Onun içindeki şeytani dürtüler hep vardır, kötülüğü içten gelir ve ruhu zaten çürümüştür. Yani özünde The Monk'un baş karakteri Ambrosio aslında kurbanın ta kendisidir, ki kitabın sonunda kendisine neredeyse acırız. Halbuki The Italian'ın karakteri rahip Schedoni resmen şeytanlaşmış bir insandır. Hülasa The Monk'da kadınların "erkekleri yoldan çıkaran cinsel objeler" olarak resmedilmiş olması Radcliffe Hanımı oldukça rahatsız etmiş olacak ki ona cevaben yazdığı romanında erkek bir ana karakteri şeytanlaştırmıştır.
Anti-Katolik
Ann Radcliffe'in bir çok eserinde olduğu gibi bunda da olay Katolik nüfusun yoğunlukta olduğu bir mekanda geçer ve bağnazlığın aşırılıklarını bilhassa engizisyon ile sık sık imgeler. Engizisyona düşen masum mahkumlara çektirilen işkenceler, suçsuz yere yakılan insanlar, din adamlarının rahip kisvesi altında her türlüğü günahı kendi çıkarları için mübah görmeleri bunların birer emsalidir. İşte aşırı baskıcı ve mutaassıp bir din anlayışının egemen olduğu memleketlerden neşet eden edebiyat eserleri de doğal olarak onlara bir tepki oluyor.
Son olarak, faydalanmak isterseniz izleyebileceğiniz bir inceleme videosunu buraya ekliyorum. Bu kanalı da çok beğeniyorum ve edebiyatla ilgilenenlere şiddetle tavsiye ederim gerçekten çok güzel içerikleri var:
0 yorum:
Yorum Gönder