Yine çok güzel bir gotik eserden bahsetmek istiyorum. Bu seferki Matthew Lewis'in 1796 yılında yazmış olduğu The Monk. Gotiğe gönül verenlerin çok iyi bildiği gibi o yıllar gotik edebiyatın en semereli yıllarıydı. Ann Radcliffe de o yıllarda aktif bir şekilde yazmaktaydı. İşte bu mezkur kitabın, bu hanımefendinin eserlerinden biri olan The Italian ile oldukça benzerlikleri, bir o kadar da farklılıkları olduğunu anlıyoruz okurken. Bunun sebebi Matthew Lewis bu kitabı yazdıktan sonra Radcliffe hanım bundan rahatsız olmuş olacak ki "gotik öyle olmaz böyle olur" dercesine The Italian'ı kaleme almış. Bu olaya ve gotikteki horror ve terror farkına The Italian yazımda detaylıca değineceğim fakat öncelikle The Monk'tan bahsedeyim. Ambrosio adında bir keşiş romanın ana karakteri. Daha küçükken ebeveyninin vefatı üzerine onu manastır sahiplenmiş ve orada büyümüş. Ambrosio yetişkinliğinde hitabeti ve imanı çok kavi bir keşiş olup kalabalıklar tarafından teveccüh edilen biri olmasıyla sık sık vaaz verir. Haliyle bu kadar teveccühe insan olmak cihetiyle kendisinde enaniyet başlar. "Şeytanın onu asla alt edemeyeceği" gibi fikirler kalbine girmiştir. Eh, bir insan kibirlenince şeytana ne hacet değil mi? Hikayenin sonunda en rezil günahkarlardan olmayı başardığını da tahmin etmek zor olmasa gerek. İşte The Monk; "Ben oldum." demenin, kibir ve hırsın sonunda insanın günah çukuruna nasıl kolay yuvarlanabileceğinin hikayesidir. Şeytan aslında bahanedir. İnsanoğlu her türlü kötülüğü yapar da "şeytana uydum" der. Suç şeytanda mıdır yoksa onu dinlemeye dünden razı olan insanda mı?
Olayları ayrıntısına kadar anlatmayacağım zira çok tempolu bir olay örgüsü var, hepsini buraya yazmam olanaksız. Sadece hülasa olarak anlatacak olursak: manastıra genç bir erkek gelir ancak yüzü bezle sarılıdır, hiçbir zaman onu çıkarmaz. Peder Ambrosio ile aralarında samimi bir dostluk peyda olur. En sonunda Ambrosio'ya yüzünü gösterir, kendisi aslında bir kadındır ve Ambrosio'ya aşıktır. Mütedeyyin keşişimiz başlarda manastırı derhal terk etmesini söylese de olaylar aksi yönde gelişir ve Matilda adındaki bu kadının göğüslerini bir gece ay ışığı altında görüp mest olan Ambrosio bu sırrı saklamaya ve dahi onunla manastır duvarları içinde her türlü ilişkiye girmeye başlar. Bu arada Matilda bir büyücüdür.
Artık Ambrosio Matilda'dan sıkılıp cemaatindeki Antonia adında 15 yaşındaki bir çocuğa çevirmiştir gözlerini. Matilda'nın ona verdiği büyülü aynadan Antonia'yı duş alırken izler. Yine Matilda'dan aldığı bir takım sihirli yardımlar sayesinde Antonia'nın evine girip ona tecavüz etmeye çalışırken kızın annesi tarafından yakalanır ve oracıkta annesi Elvira'yı öldürür.
Kitabın başlarında ise sevdiği adamdan hamile olduğu ortaya çıkan Agnes adlı bir rahibeyi ise manastırın dehlizlerinde çürümeye bırakmışlardır. Bu kararı alan Başrahibe ise kitabın sonlarında öfkeli kalabalık tarafından cesedi tanınmaz hale gelene kadar parçalanacaktır.
Antonia da artık dehlizdedir ve kaçmaya çalışırken Ambrosio onu saçından yakalar, Antonia bütün gücüyle sütuna sarılmışken hançeri saplayarak kızı öldürür. Bütün bu suçları işlerken bir yandan dindar kisvesi altında vaazlar vermeye devam eder. Olaylar yaşanır, geçiyorum ve sonuna geliyorum: Engizisyonda yargılanan Ambrosio canlı canlı yakılmaktan kurtulmak için ruhunu şeytana satar, bir kaç dakika sonra görevliler onun beraat ettiğini söylemeye gelirler ama onu hücresinde bulamazlar zira o şeytanla birlikte gitmiştir.
Kurtulduğunu zanneden zavallı, şeytandan duyduklarıyla dehşete düşer çünkü tecavüze kalkışıp öldürdüğü Antonia'nın kız kardeşi, yine öldürdüğü Elvira'nın ise öz annesi olduğunu öğrenir. Bundan sonra kendisine zenginlik ve refah bahşedeceğini umduğu şeytan "Ben şeytanım bana neden güveniyorsun ki?" diyerek onu dağlardan aşağı fırlatır. Bağırsakları dışarı fırlayan Ambrosio'nun kanına böcekler üşüştüğünde, şahinler etlerini parçalayıp gözlerini oyduğu sırada o hala yaşıyordu. Bu şekilde 6 azaplı günün sonunda can verir.
Bu kitapta en çok hoşuma gidenlerden biri ise sıklıkla bağnazlığın yerilmesiydi zira bağnazlığın nelere sebebiyet verdiğini çok güzel bir şekilde hikayeleştirmiş. Evlenmeleri bile yasak olan bir bina dolusu adam var, içlerinden en dindar olanı, toplum tarafından kurtarıcı bir aziz olarak addedileni Azize Meryem'in resmine bakıp beyaz göğsünün hazinelerini dudaklarıyla çalmayı düşünüyor.
"Tanrı'nın adına en nazik övgüleri dizen o kişilerin, örtülerinin ardında en aşağılık günahları takva ile sakladıklarından emindi."
Bu kitap gotikte, başta bahsettiğim horror ve terror kavramlarından horror ile tanımlanır. Yani okuru iğrenç veya ağza alınmaz fiziksel sahnelerle tiksindirmek diyebiliriz kabaca. Tecavüz, öldürme, çıplaklık, dini figürlerle cinsel hayaller kurmalar, iç oranları fırlamış bedenler gibi. Kolay yoldan korkutmadır, korku filmlerindeki jumpscare gibi düşünebilirsiniz. Horror daha çok erkek yazarlarla ilişkili maskülen bir izlenim uyandırır çünkü o dönemde bir hanımefendi asla böyle sahneler yazmazdı. Ann Radcliffe gibi. Kendisi gotik edebiyatın edepli yazarıdır kanımca :).
Bu arada bu kitabı alıp okumak isteyenlere tavsiyem lütfen İngilizcesinden okuyun! Ben Parola Yayınlarından aldım ve pişman oldum açıkçası çünkü kitaptan koskoca bir bölümü çıkarmışlar! Kitabın son bölümünde "Bir şeyler eksik, buraya nerden geldik?" diyerek anladım, ama iş işten geçmişti çünkü kitap bitmişti resmen. O bölümü kitabın İngilizce PDF'inden okumuştum daha sonra ve bu yaşadığım en tatsız anıydı. Hikaye bütünlüğü diye bir şey kalmamıştı benim için.
Bir uyarıyı da Vincent Cassel'ın oynadığı Fransızca filmi izlemek niyetinde olanlara yapayım: kitabı okuyun ve zirvede bırakın. Ben şahsen filmini hiç beğenmedim özellikle sonunda kendimi ıssız sahralara, susuz çöllere atmak istedim kahrımdan.
Bu kadarı yeterli diye düşünüyorum ve bir alıntıyla bitirmek istiyorum.
"Hark, Ambrosio, while I unveil your crimes! You have shed the blood of two
innocents; Antonia and Elvira perished by your hand. That Antonia whom you
violated, was your Sister! That Elvira whom you murdered, gave you birth! Tremble,
abandoned Hypocrite! Inhuman Parricide! Incestuous Ravisher! Tremble at the extent
of your offences! And you it was who thought yourself proof against temptation,
absolved from human frailties, and free from error and vice! Is pride then a virtue? Is
inhumanity no fault?"
0 yorum:
Yorum Gönder